8 Eylül 2014 Pazartesi

2014 2015 10. Sınıf Türk Edebiyatı Nova Cevapları Sayfa 10

2014 2015 10. Sınıf Türk Edebiyatı Nova Cevapları Sayfa 10

Araştırma

1.    "Uygarlık, tarih, edebiyat, kültür, edebiyat tarihi ve uygarlık tarihi" kavramlarını araştırınız. Araştırma sonuçlarını defterlerinize yazınız.
Uygarlık: Uygarlık veya medeniyet, bir ülke veya toplumun, maddi ve manevi varlıklarının, düşünce, sanat, bilim, teknoloji ürünlerinin tamamını ifade eder. Uygar kelimesi, yerleşik hayata ilk geçen Türk kavimi olan Uygurlardan gelmektedir.
Tarih: Tarih geçmişteki olaylara ait bilgilerin keşfi, toplanması, bir araya getirilmesi ve sunulması bilimidir. Tarihi bilgi, geçmişteki olaylara ilişkin tüm bilgilerin, olayların vuku bulduğu dönemin şartları göz önüne alınarak, mümkün olduğunca nesnel bir şekilde sunulması ile oluşur. Tarih, yaşanan olayların bir daha yaşanabilmesi gibi bir olasılık olmadığından diğer bilimler gibi deney ve gözleme dayanamaz.
Edebiyat: Edebiyat veya yazın; olay, düşünce, duygu ve hayalleri dil aracılığı ile estetik bir şekilde ifade etme sanatıdır.
Kültür: Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü.
Edebiyat Tarihi: Milletlerin asırlar boyunca meydana getirdikleri edebî eserleri ve onları ortaya koyan edebî şahsiyetleri, ilk örneklerden başlayarak günümüze kadar tarihî gelişimlerini de dikkate alarak bunu ilmî metodlarla inceleyen bilim dalına edebiyat tarihi adını veriyoruz.
Uygarlık Tarihi: Uygarlık veya medeniyet, bir ülke veya toplumun veya diğer zeki canlı türlerinin, maddi ve manevi varlıklarının, düşünce, sanat, bilim, teknoloji ürünlerinin tamamını ifade eder. Uygar kelimesi, yerleşik hayata ilk geçen Türk kavimi olan Uygurlardan gelmektedir.
Medeniyet ve uygarlık kavramları çoğunlukla aynı anlamda kullanılmakla birlikte, uygarlığın daha geniş bir anlam taşıdığını ifade etmek mümkündür.
Medeniyetin, belirli bir insan topluluğu veya topluluklarının belirli bir coğrafy insanlığın geçmişten günümüze kadar neleri nasıl yaşadığını anlatan server tanilli kitabıdır. aynı zamanda kültür ve medeniyet tarihini de kapsayan tarihtir.

2.    Sınıfa Şehzade Mustafa'nın öldürülmesini konu alan düz yazı, şiir, resim, minyatür getiriniz ve bunları sınıf panosuna asınız.
ŞEHZADE MUSTAFA'YA MERSİYE/ TAŞLICALI YAHYA

Medet! Medet! bu cihanın yıkıldı bir yanı

Ecel celâlileri aldı Mustafa Han'ı

 Tolundu mihr-i cemâli, bozuldu erkânı
Vebale koydular al ile Al- Osman'ı

Bunun gibi işi kim gördü, kim işitti aceb

Ki oğluna kıya bir Server-i Ömer-meşreb?

Getirdi arkasını yere Zâl-i devr-i zaman

Vücuduna sitem-i Rüstem ile erdi zeban

 Döküldü gözyaşı yıldızları, çoğaldı figaan

Dem-i memâtı Kıyamet gününden oldu nişan.

Griv-i nâle vü zâr ile doldu kevn-ü mekân

Akarsu gibi müdânı ağlamakta pir ü cevân

O cân-ı âdemi yân oldu hâk ile yeksan

Diri kala ne revadır fesâd eden şeytân?

Nesim-i subh gibi yerde koyma âbımızı

Hakaret eylediler nesl-i Pâdişâhımızı.

TAŞLICALI YAHYA

3.    "Göç Destanı"nın özetini bulunuz. Metni okumak üzere sınıfa getiriniz.
Uygur Ülkesinde , Tuğla ve Selenge ırmaklarının birleştiği yerde Kumlançu denilen bir tepe vardır . Yerine Hulin Dağı derlerdi .
Hulin Dağlarında da , birbirine bir sürü yakın 2 ağaç büyümüştü . Biri kayın ağacıydı . Bir gece , kayın ağacının üst kısmına gökyüzünden bir mavi ışık düştü , 2 ırmak içinde yaşamını sürdüren halk bu ışığı gördü ve ürpererek izledi . Kutsal bir ışıktı . Kayın ağacının üstünde aylar ayı kaldı . Kutsal ışık , kayın ağacının üstünde kaldığı zaman bünyesinde kayın ağacının gövdesi kalınlaştıkça büyüdü , kabardı . Oradan bir sürü süper türküler gelmeğe başladı . Gece oldu mu , ağacın otuz adım ötesinden tüm çevre ışıklar bünyesinde kalıyordu!

Bir gün ağacın gövdesi ansızın yarıldı , içinden 5 ufak çadır , 5 ufak odacık görünümünde meydana çıktı . Her odacığın bünyesinde bîr genç bulunmaktaydı . Çocukların ağızlarının üstünde asılı birer emzik vardı , onlar bu emziklerden süt emiyorlardı . Işıktan doğmuş durumda olan bu kutsal çocuklara halk ve milletin ileri gelenleri bir sürü büyük hürmet gösterdiler .
Çocukların en küçüğünün adı Sungur Tekin’di , ondan sonrakinin adı Kutur Tiğin , üçüncüsünün ki Türek Tekin , dördüncüsünün Us Tekin , beşincisinin adı Buğu Tekin’di . 5 çocuğun beşinin de Tanrı için gönderildiğine inanan halk , içlerinden bir tanesini hakan yapmak istediler . Buğu Han en büyükleri idi; ötekilerden daha süper , daha zeki , daha yiğit görünüyordu . Buğu Tekin’in hepsinden üstün olduğunu anlayan halk onu hakan olarak seçtiler . Büyük bir törenle Buğu Hanı tahta oturttular .
Böylece yıllar senesi kovalamış , bir gün gelmiş Uygurlara bir başkası hakan olmuş .
Bu hakanın da Gah Tekin isminde bir oğlu varmış .
Hakan oğlu , Gah Tekin’e , Çin prenseslerinden bir tanesini , Kiu – Lien’i almağı uyum gösteren görmüş .
Evlendikten ardından Prenses Kiu – Lien , sarayını Hatun Dağında kurdu . Hatun Dağının çevre yanı dağlıktı; bu dağlardan birinin adı Tanrı Dağıydı , Tanrı Dağının güneyinde Kutlu Dağ derler bir ecnebi dağ vardı , büyük bir kaya parçası .
Bir gün Çin Elçisi , falcılarıyla beraber Kiu – Lien’in sarayına geldiler . Bizzat arasında konuşup dediler ki:
- Hatun Dağının varı yoğu , tüm bahtiyarlığı Kutlu Dağ denilen bu kaya parçasına bağlıdır . Türkleri yıkmak istiyorsak bu kayayı onların elinden almalıyız .
Bu konuşmadan ardından varılan hüküm üst kısmına Çinliler , Kui – Lien’e cevap olarak o kayanın kendilerine verilmesini istediler . Yepyeni Hakan , isteğin nereye varacağını düşünmeden ve umursamadan Çinlilerin arzusunu kabul buyurdu , yurdunun bir parçası durumda olan bu kayayı onlara verdi . Oysa Kutlu Dağ bir kutsal kayaydı; tüm Uygur Ülkesinin mutluluğu bu kayaya bağlıydı . Bu tılsımlı taş Türk Yurdunun bölünmez bütünlüğünü temsil ediyordu; düşmana verilirse bu bütünlük parçalanacak Türklerin tüm saadeti yok olacaktı .
Hakan kayayı vermesine verdi ama kaya öyle pratik kolay sökülüp götürülecek türden değildi . Bunu anlayan Çinliler , kayanın çevresine odun kömür yığıp ateşlediler . Kaya iyice kızınca üst kısmına sirke döküp paramparça ettiler . Her bir parçayı aldılar , ülkelerine taşıdılar .
Olan o zaman oldu işte . Türkelinin tüm kurdu kuşu , tüm hayvanları dile geldi , bizzat dillerince kayanın düşmana verilişine ağladılar . 7 gün ardından günahı bağışlanmaz durumda olan bu düşüncesiz hakan öldü . Ancak Onun ölümüyle ülke felâketten kurtulamadı . Bir Çin prensesi uğruna çekinmeden bağışlanmış durumda olan yurdun bir kayası , Türkelinin felâketine neden oldu . Halk huzurlu huzur yüzü görmedi . Irmaklar birbiri ardınca kurudu . Göllerin suyu buhar olup uçtu . Topraklar yarıldı , ürün yeşermez oldu .
Günlerden ardından Türk tahtına Buğu Han’ın torunlarından biri hakan olarak oturdu . O zaman dinamik cansız , evcil yaban , çoluk genç tüm yurtta nefes alan almayan ne varsa tümü birden:
- Göç! . Göç! , diye bağırmaya başladı . Derinden , iniltili , üzüntü dolu , eli böğründe kalmış bir çığrışmaydı bu .
.....

Yürekler dayanmazdı .
Uygurlar bunu bir ilahî emir diye bildiler . Toparlandılar , yollara düzüldüler; yurtlarını yuvalarını bırakıp bilinmedik ülkelere gerçek göç etmeğe başladılar . Bitiminde bir yere gelip durdular , orada sesler de kesildi . Uygurlar , seslerin kesilip duyulmaz olduğu bu yerde kondular , 5 mahalle kurup yerleştiler; buna bu yerin ismini da 5 – balık koydular . Burada yaşayıp çoğaldılar .


4.    Tarih bilimi ile edebiyat arasındaki ilişkiyi araştırınız.
 İnsanlığın toplumsal, kültürel, ekonomik gelişmesini belgelere dayanarak anlatan bilim dalına “tarih” denir. İnsanın geçmişe karşı duyduğu merakın, yarına ait endişelerinin ve varlığını sürdürebilmek için gösterdiği çabaların bir ürünü olan tarih, insan topluluklarının yer-zaman göstererek hayatını, kültür ve uygarlıklarını anlatır.

İnsanı ilgilendiren her şey, tarihin içindedir. Edebiyat tarihi araştırmalarının temeli olan edebî eserin konusu da insandır. Her ikisinin ortak noktası ise insanla ilgili gerçekleri vermeye çalışmasıdır.

Edebiyat tarihçisi ve tarihçi “geçmiş” üzerinde çalışır; Ama aynı yöntemi kullanmakla birlikte, uygulamada birbirlerinden ayrılır. Tarihçinin üzerinde çalıştığı geçmiş, artık devrini tamamlamış, tarihin malı olmuştur. Edebiyat tarihçisinin konusu olan geçmiş ise sanat eserleriyle varlığını sürdürmektedir.

Tarihçi, kişiler üzerinde olaylarla ilgisi oranında dururken; edebiyat tarihçisi, sanat eserlerini oluşturan belirli kişiler üzerinde durur.

Edebiyat tarihçisi, sanatçının özelliklerini ve onun incelediği çağın dilini, zevkini, edebî karakterini inceler. Bu bağlamda sanatçının Özelliklerini ve çağdaşlarından ayrıldığı noktaları saptar. Edebî eserlere yönelik araştırmalar yapar. Tarihçi, incelediği eserlerdeki kişisel görüşleri bir yana bırakmak zorundayken, edebiyat tarihçisi bu bölümleri değerlendirerek yazarı eserinden hareketle tanımaya çalışır.

Tarihçi ve edebiyat tarihçisinin değerlendirmeye alınan kaynaklar karşısındaki tutumları da farklıdır. Kaynaklar tarihçi için yanıltıcı ve taraflı yazılmış olabilir. Halbuki sanat eserleri kendilerini olduğu gibi yansıtır.

Tarih, toplumların geçmişteki yaşamını inceler. Çevre, kültür, ekonomi, güzel sanatlar gibi insanı ilgilendiren her şey onun ilgi alanına girer. Edebiyat tarihinin konusu ise edebî eser, o eseri ortaya koyan sanatçı ve edebî eserin ortaya konduğu dönemdir. Edebiyat tarihi, sanatçıyı, eseri ve eserin ortaya konduğu dönemi inceleyerek belli bir dönemin sanat anlayışını ortaya çıkarır. O dönemde beğenilen eserleri, eserlerin etkilendiği akımları belirler.

Edebiyat tarihi aslında tarihin edebiyatı etkileyen, şekillendiren yönüne eğilir. Tarihin alt koludur. Ancak tarihçilerin yaptığı gibi, olaylar neden - sonuç ilişkisi içinde incelenmez. Bu yönüyle de edebiyat tarihi, genel tarihten ayrılır.

Tarihin incelediği olay bitmişken, tarihe geçmişken; edebiyat tarihinin konusu olan edebi eser canlıdır ve bugüne ulaştığı için hâlâ yaşamaktadır. Türk toplumu açısından baktığımızda “Orhun Abideleri”nde anlatılan olaylar çoktan olup bitmiş, tarihe mal olmuştur. Olaylar bugün varlığını sürdürmemektedir. Ancak “Orhun Abideleri” fiziksel olarak hâlâ vardır ve önemli bir edebî değerdir. Yani Orhun Âbideleri edebî eser olarak canlıdır.

Tarihçinin tarafsız olma zorunluluğunun yanında, edebiyat tarihçisi, bir edebî eseri incelerken, onun taşıdığı sanat tazeliği karşısında tarafsız ve heyecansız kalamaz. Sanatçılar eserlerine kendi duygu ve düşüncelerini

yansıtırlar. Ortaya çıkan edebî eser sanatçıdan derin izler taşır. Edebî eserin en önemli özelliklerinden biri de “etkileyiciIik”tir. Bu bağlamda edebî eseri inceleyen edebiyat tarihi de edebî eserden etkilenir. Dolayısıyla edebiyat tarihinin tarafsızlığını koruması çok zordur. Oysa tarih, olaylardan etkilenmez. Tam bir tarafsızlıkla olayları inceler. Olayları neden- sonuç ilişkisi içinde ortaya koyar. Bunu da kanıtlarını açıklayarak yapar.

Edebiyat tarihinin amacı, edebî eseri incelemektir. Bu bağlamda onun amacı sanatsaldır. Oysa tarih için önemli olan bilgidir. Bu bilgi sanatsal bir nitelik taşımayabilir. Edebiyat tarihi için edebî eserin kendisi önemliyken, tarih için eserden elde edilecek bilgi önemlidir.

Tarihî olayların ise edebiyat üzerinde etkisi büyüktür. Edebî eserleri yazıldığı dönemin tarihi bilinmeden tam olarak anlayabilmek ve yorumlayabilmek mümkün değildir. Ancak sanatçının, tarihî bilgileri aynen kullanmak zorunda olmadığı; gelecekte tarih kavramlarını kullanmak ve olay örgüsünü istedi gibi düzenlemek bakımından özgür olduğu unutulmamalıdır.

Bütün bu farklılıklara rağmen tarih ile edebiyat tarihi arasında Çok sıkı bir ilişki vardır. Edebiyat tarihi ve genel tarih birbirini tamamlar. Birtakım yöntemsel farklılıklar bu gerçeği değiştirmez. Bir ulusun geçmişteki duygu, düşünce ve kültür hayatını yansıtan uygarlık tarihi, genel tarihin önemli bir koludur Aynı amaca hizmet eden edebiyat tarihleri, tarihçilerin başvuracağı önemli kaynaklardan biri sayılmaktadır. Bazı edebî eserler, tarihi aydınlatma bakımından büyük önem taşır. Tarih öncesi dönemleri aydınlatmada kaynak görevi gören “destanlar”; siyasal, sosyal ve ekonomik hayat hakkında bilgiler veren “gazavatnâme, se-yehatname, sefaretname, siyasetname, hatıra ve tezkireler” tarih araştırmalarında başvurulacak kaynaklardır. Örneğin bir edebî eser olan Evliya Çelebi’nin “Seyahatname”si, tarihçiler için de önemli bir kaynaktır. Toplumların ilk edebî ürünleri olan destanlar da tarih bilimi için önemli kaynaklar arasında yer alır. “Yaratılış, Göç, Ergenekon, İlyada ve Odysseia, Şehname, Kalevela” gibi destanlar incelenerek toplumların yaşamları, kültürleri, inançları hakkında bilgiler edinilir. Örneğin Oğuz Kağan Destanı’nı incelerken o dönemin tarihi ile ilgili önemli bilgilere ulaşılır. Yani edebî eser bir anlamda tarihî belge niteliğindedir. Tarihin önemli kaynaklarından biridir. Bu eserler, iki bilim dalı için vazgeçilmez kaynaklardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder